Stefan Zweig, yaşamı boyunca savaşın karşısında durmuş ve bu görüşlerini neredeyse tüm yapıtlarına da aktarmış bir yazar. Keza kendisinin I. Dünya Savaşı sırasında görüşlerini eserleri aracılığıyla yaymayı misyon edindiğini de biliyoruz. Savaş öncesinde var olan “eski dünya”ya ait değerlerin ortadan kaybolmasını çok büyük bir problem olarak gören Avusturyalı yazar, “dünya vatandaşı” kimliğine ne kadar önem verdiğini de eserleri aracılığıyla defalarca vurgulamış. Mecburiyet isimli uzun öykü de savaşın yarattığı korkunç atmosferi ve savaşın insana dayattıklarını konu alıyor. İlk kez 1929 yılında okurlarla buluşan eser, ülkemizde Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Zeplin Kitap ve Bilgi Yayınevi gibi birçok yayınevi tarafından basılıyor. Sayfa sayısı yayınevlerinin baskılarına göre değişmekle birlikte, ortalama 50 sayfa civarında.
Mecburiyet’in baş karakteri olan ressam Ferdinand, savaş patlak verdiğinde askere alınmamak için çareyi İsviçre’ye kaçmakta buluyor. Ancak bir gün konsolosluktan, askerliğe elverişli olup olmadığının tespit edilmesi için çağrı alıyor. Eşi ona her ne kadar antimilitarist duruşundan vazgeçmemesini salık verse de o her şeye rağmen kendini konsolosluğa gitmeye mecbur hissediyor. Ancak bu esnada kafasında çok önemli bir soru dönüp dolaşıyor: Ait olduğu ülkenin bir tarafı olduğu bu korkunç savaşta ölmeye mi mecbur, yoksa İsviçre’de kalıp asker olmayı reddettiği sürece özgür olabilir mi? Zweig’ın insan ruhunun derinliklerini aktarmakta ne kadar usta bir yazar olduğunu bir kez daha ortaya koyan Mecburiyet, savaşın insan psikolojisinde yarattığı tahribatı çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor.